8 Temmuz 2017 Cumartesi

Devrim Değil Darbe: 1908

Midhat Paşa layığı olan cezayı bulduktan sonra, Sultan Hâmid'in an'anevî, dindar ve geleneksel idaresine muhalif olan bir akım ortaya çıktı. Osmanlılarda burjuva sınıfı gelişmediğinden (çünkü Osmanlı devlet telakkisinde tüm mülk tastamam padişahındır, ancak o kiraya verir ve ölümden sonra müsadere usûlüyle geri alır, yeniden dağıtır. Bu sebeple miras yoluyla devlet görevlilerinin malları varislerine intikal etmemiş, böylece padişahtan ayrı güçlü nüfuz sahibi bir sınıf teşekkül etmemiştir. Avrupa'da ise aristokrasi böyle gelişmiştir), Avrupa tipinde eğitim alan üç grup vardı: memur sınıfı (bürokrasi), askerler (ordu) ve çeşitli meslek erbabı (tabib, mühendis, öğretmen ve hukukçular, bilhassa ilmiye). İlmiye geleneksel rolü icâbı devletin genişlemesine ve dini ihlâl etmesine muhalif iken ordu ve bürokrasi devletin modernleşmesi hususunda fikir birliğindeydiler. Bunların zayıf aklına göre eğer devlet yabancı tebaasına temsiliyet verirse, o zaman tüm milletler milliyetçiliği bırakıp Osmanlılık kimliği altında bir araya gelecekti. Bu safdil hülyaya kapılan gençler, hiçbir meşrutiyet özelliği göstermeyen 1876 anayasasının yeniden ilanını istiyorlar, bu yönde neşriyat yapıyorlardı. Hâlbuki tüm dünyada milliyetçiliğin yükseldiğini görmelerine rağmen, yabancı elçiliklerde düşüp kalkmanın verdiği güvenle bu safdil hayale inanıyorlardı; içlerindekilerin çoğu da Türk ve Müslüman değil; gâvur, hatta zındık ve mürted idi. Fakat bu gençlerin başlarındaki zata, yani Sultan Hâmid'e olan nefretleri ferasetlerini kör kılmış idi. Öyle ki, bu süreçte İttihatçıların sırf Sultan Hâmid sürdü diye Şerif Hüseyin'i Mekke Emiri yapıp Arap isyanı çıkartmaları, Ermeni komitacılarla Sultanı indirmek için anlaştıktan 15 sene sonra yüz binlerce Ermeniyi sürüp, katledip başımıza Ermeni Meselesini açmaları gibi garabetler, şüphesiz bu ferasetsizliğin eseridir.

Bugün, İttihad ve Terakki Cemiyetinin aslında yabancı istihbarat servisleri tarafından kurdurulduğuna dair elimizde vesikalar ve deliller dahi vardır. Bu yazımda hülâseten kuruluşundan 1908 devrimine değin birkaç şeye değinmek niyetindeyim.


İlk Adım: İTC Kuruluyor

''UNIONE, FORZA E LİBERTA!'' (Birlik, Terakki ve Hürriyet) namıyla bilinen, Jeune Italy hareketinin bayrağı ve sloganı. Genç İtalya hareketi, milliyetçi olmakla birlikte masonik bir hareketti. Millî İtalyan kahramanı Guiseppe Mazzini, meşhur bir İtalyan mason loncası olan Grande Oriente d'Italia'ya mensuptu. Jön Türk hareketi de buradan ilham alarak, Makedonya Maşrık-ı Azâmlığında doğdu.

1889 senesinin Mayıs ayında, Tıbbiye-i Şahane'de örgütlenen bir grup genç İttihad-i Osmânî isimli cemiyetlerini kurdular. Bunlar Ohrili Doktor İbrahim Temo, Arapkirli Abdullah Cevdet, Diyarbakırlı İshak Sükûtî, Kafkasyalı Mehmed Reşid ve Bakülü Hüseyinzâde Ali idi. Üyeleri zamanla arttı: Trabzonlu Abdülkerim Sebatî, Üsküdarlı Şerafeddin Mağmumî, İstanbullu Asaf Derviş, Bosnalı Ali Rüştü Efendi... Ziya Gökalp de bu sıralarda Baytar Mektebine kaydolarak bu ekibe katıldı.

Bir dönem Abdülhâmid'e dalkavukluk için ona medhiyeler yazan, 1889'da Paris'te Yurtdışındaki Jön Türk muhaliflerini padişaha jurnal eden, ateist ve pozitivist, Bursa Ziraat Mektebi müdürü Ahmed Rıza (ileride İkinci Meclis-i Mebusan Reisi olacaktır) da bu ekibe katılır ve cemiyetin ismini pozitivist olmasından hareketle ''Nizam ve Terakki'' yapmak ister, lakin basit bir posta memuruyken ileride devletin bir numaralı ismi olacak Talat Paşa'nın grubu ağır basar ve cemiyetin ismi resmen ''İttihâd ve Terakki'' olur.

Yukarıda anlatılan, bu cemiyetin resmî kuruluş hikâyesidir. Bunun bir de gizli olmasa bile pek göz önüne çıkmayanı vardır ki, esas mühim olanı budur:

1900 senesinde mutsuz azınlıkların yaşadığı yerler olarak tasvir edilen İzmir (Rum), Selanik (Yahudi), İstanbul (Rum) şehirlerinin kıymetli bir misafiri vardı. İtalya Maşrık-ı Azâmlığından gönderilen Ettore Ferrari, Osmanlı İmparatorluğu'na gelerek Macodenia Risorta loncasını tekrardan faaliyete geçirdi. Kendisi de zaten 1904'te bu loncanın üstadı olacaktır. Bu loncanın başına Yahudi Avukat Emmanuel Karasu (Karaso, Carrasco) geçirildi.

1863 doğumludur. Yahudi Alyans Mektebinden mezun oldu. 1888'de kurulan Selanik Bankası'nın (Banque de Selonique) müdürlüğünü yaptı. Bu banka Allatini ve Rothschild ailelerinin sermayesi ile kurulmuş idi. 1913'teki Babıâli baskınının ardından İtalya'dan meşhur ve imtiyazlı Commendatore nişanı aldı. Libya meselesinde içerisinde bulunduğu İttihatçıları yanılttı, para karşılığı İtalyanlara rapor satarak Osmanlı askerlerinin vaziyeti hakkında İtalya'ya bilgiler verdi. İttihatçılar, buradaki askerlerin çoğunu terhis edince ve silahlarını toplayınca, Trablusgarb Savaşı'nın galibi İtalyanlar oldu. Karasu'nun yanıltmaları sebebiyle o gece bir savaş çıkacağına ihtimal vermeyen Sadrazam Hakkı Paşa'nın İtalyan General Robilan ile poker oynadığı, meşhur bir hikâyedir. Bunun akabinde Birinci Dünya Savaşı'nda İTC hükûmeti bu casusu alıp kritik önemi hâiz iaşe müfettişi yaptı. 18.6.1934 senesinde Times'ta çıkan bir makaleye göre bu vazifesinden 2 milyon lira ihtilas ederek (çalarak) Napoli'ye kaçtı ve İtalyan vatandaşı oldu. 1908 İhtilâli hakkında söylediği ''Osmanlılar bir hamur gibidir; ihtilâllerle ile onu terbiye ederek pişirecek ve en nihayetinde onunla besleneceğiz'' sözü, kulaktan kulağa yayılmıştır. Talat Paşa'nın bankeri olması sebebiyle, Ermeni Katliamlarını desteklemiş; böylece Ermeni sermayesini ele geçirmeyi ummuştur. 31 Mart Vakasını tertip etmesi için İTC'ye 400.000 lira para sağlayan Karasu, sultandan Filistin'i isteyen Herzl'in tercümanlığını yapmış, aldığı yanıtı hiç unutmamış ve sultana hâl edildiğini bildiren evrakı götüren heyette yer almıştır.
Karaso, Edirne Alyans Mekteplerinde Türkçe muallimliği yapan posta memuru Mehmed Talat'ın medhini duyduğu gibi, mason locasında da görünce, Talat'ın kariyer basamaklarını tırmanması mukadderdi. Genç Türklere katılınca 1897'de memurluktan azledilip Selanik'e sürüldü, orada Posta ve Telgraf Başmüdürlüğü Tahrirat Kalemi Başkâtibi oldu; 1903'te Karaso'nun locasına üye oldu. Yahudi olmakla birlikte, Bektaşî tekkesine mensubmuş, tasavvuf ehliymiş gibi numara da yapardı. Burada İngiliz ajan Aubrey Herbert ile tanıştı. O günlerde Makedonya meselesi için Şark Bürosuna rapor hazırlayan bu genç istihbarat elemanıyla istişare ederek ihtilâl planları üzerine aylarca çalışıldı. Herbert sadece Talat ile değil; Enver, Resneli Niyazi, Mustafa Kemal, Emanuel Karasu gibi büyük İTC figürleriyle de tanıştı, onlarla anılarını kendi şahsî hatıratında anlatır. Örneğin 1908'de Damad Ferid Paşa, bu ajana bir mektup yazarak ihtilâl karşısındaki sevincini anlatarak, teşekkür eder.

Mehmed Talat, Herbert gibi casusların elinden tutmasıyla posta memuruyken kendisini sadrazam olarak bulacaktı, üstelik kurulan Türk mason locasında da üstad olmuştu, fakat öldürülmeden bir ay evvel Herbert ile yaptığı görüşmede ''Size tüm ülkeyi bir altın tepsi içinde sunduk, fakat siz reddetip bizi Almanların kucağına attınız'' diyerek tüm niyetini açıkça ortaya koymuştu; bu görüşmeden 3 hafta sonra öldürüldü. 1908'de Genç Türklerin İngiliz elçisinin atlarını çözüp, at arabasını kendilerinin çektiği büyük kutlamalar, demek ki buraya kadardı.

1908 Darbesi

1908'de Rus kralı II. Nikolay ve İngiliz kralı VII. Edward, Estonya'nın Reval limanında buluştular. Bu Reval Mülâkatının maksadı, Rus-İngiliz ittifakıydı. Fakat Alman ajanlardan meseleyi saklayabilmek adına, taraflar bunun amacının Makedonya Reformu projesi olduğu yalanını yaydılar. Hâlbuki, dünya dengesi bakımından Alman bloğuna pay vermeden Reval'ın bölüşülmesi imkânsız idi. Lakin hemen Balkanlarda bir tantana başladı. Subayları dahil hemen hepsi İttihatçı olan III. Ordu, Balkan çetecileriyle vuruşmakta olduğundan, subaylarının hemen hepsi çok gençti. Daima Harbiye mezunlarıyla ile beslenirdi, zira çete savaşlarında en çok başarılı olan kadro genç subaylardaydı. Lakin, bir noktadan sonra maaşlarında çeşitli sıkıntılar görüldü. Bir ay, iki ay maaş alamamaya başladılar. Çete harbinden yılmış olan bu subaylar, bu nedenle yüksek rütbelilere ve onların şatafatlarına kin beslemeye, iktidarı onlardan almak hırsına malik olmaya başladılar ki, İttihatçıların III. Ordu'da bu kadar kuvvetli olmasının sebebi budur. Bundan ötürü, İttihatçılar Bulgar, Sırp ve Arnavud çetecilerle anlaştılar. III. Ordu'nun yükü azaldı. 1908'de İttihat ve Terakki Makedonya'daki yabancı konsolosluklara nota vererek dış güçlerin müdahalesini istedi. İşte, ''Reval'de Makedonya paylaşılıyor, vatanperverler nerede?'' diye dağa çıkan İttihatçı güruhun milliyetçiliği de vatanseverliği de bu kadardı; Bulgar çetecilerle anlaşarak dış güçlerin müdahalesini isteyene kadar.

Artık müttefik olan çetecilerle vuruşmayan fakat gerilla taktiklerini muntazaman öğrenen İTC'ye bağlı subaylardan Resneli Niyazi ve Enver Paşa bağlılarıyla birlikte dağa çıktılar. Enver Paşa, bizzat eniştesi olan Selanik Merkez Kumandanı Kurmay Albay Nazım Bey'i vurdurdu. Teğmen Atıf Bey, Orgeneral Şemsi Paşa'yı tabancayla öldürdü. Şemsi Paşa padişahın has adamı olmakla birlikte çok sert bir askerdi, şahsiyeti İttihatçıları ürkütüyordu. Müfettiş olarak olayı araştırmak ve nasihat için gönderildiği vakit onu şehid ederek Paşadan kurtuldular. Manastır'a gönderilen Müşir Tatar Osman Fevzi Paşa 2000 kişilik bir çete tarafından konağı kuşatılarak dağa kaldırıldı ve katledildi. Binbaşı Enver ve Hasan Tosun, Yüzbaşı Eyüp Sabri gibi adamlar zaten çeşitli suçlardan arandıklarından dağa çoktan çıkmışlardı. Bu Eyüp Sabri yukarıda bahsi geçen casus Karasu'nun 400.000 lira para verip 31 Mart Vakasını tertip ettirdiği kişidir. Bunlar askerleri ve bir zamanlar vuruştukları çetecilerle dağa çıkmakta bir beis görmediler. Manastır Polis Müfettişi Sami Bey ve tabur imamı Mustafa Efendi de suikaste uğradı. Debre Valisi Hüseyin Bey vurularak öldü, Erkan-ı Harbiye mirlivâsı Osman Hidayet Paşa da vurulsa da yaralı kurtuldu. Telgraf hatları kesildi, sultan neler olup bittiğini haber alamıyordu. 3000 kişi kadar dahi olmayan bu gruba nasihat için gönderilen herkes vurulup öldürülünce, yapacağı tek şey kendisine bağlı İstanbul'daki I. Ordu'yu bu grubun üzerine sürmekti. Zira bu talepler, I. Ordu'yu oldukça rahatsız ediyordu, bu ordu sultana hassâten bağlı olduğundan, 1908 devriminden sonra tekâüde sevk edilen subayların hemen hepsi bu ordudan çıkmıştı. Ayrıca Edirne'deki II. Ordunun da ekseriyeti kendisine bağlıydı, hatta ihtilâlle birlikte II. Orduda bir isyan patlak vermiş, ''padişahımıza suikast var'' diyen bir grup subay hareket emri beklemeye başlamış, fakat sultan kardeş kanı akmaması için atalet emri vermiş, İttihatçılar da vaziyete hâkim olmuşlardır. Sultan I. Orduya da herhangi bir emir vermekten imtinâ etmiştir. Böylece sultan, II. Meşrutiyeti ilan etmeye mecbur kaldı.

Sokaklarda bir cümbüş başladı. Enver Paşa ''Hürriyet Kahramanı'' oldu. Bir limanda suikaste uğrayan Resneli Niyazi için ''Ne şehiddir, ne gazi..'' diye başlayan meşhur sözümüz, darb-ı mesel oldu. Bu ikili ve Midhat Paşa için şiirler yazıldı, marşlar düzüldü; bunlardan bir tanesi de ''Meclis-i Mebusan Marşı'' olarak bestelendi, meclis açılışlarında çalınır oldu. BIS'in yoğun desteğini bilen İttihatçılar tanıdıkları casuslara tebrik telgrafları atarken, İstanbul'daki İngiliz büyükelçisinin arabasının atları çözüldü ve arabayı gençler çektiler. Bunun üzerine Almanya, bir vesileyle ülke dışında olan elçisinin dönüşünde aynı muameleye tâbi olmasını Babıâli'ye nota vererek bildirdi. İşte, Türk, böyle acınası bir hale düşmüşken, Avusturya bu fırsattan istifade ederek Bosna Hersek'i ilhak ettiğini açıkladı. Makedonya paylaşılıyor diye yaygara yaparak dağa çıkanlar, Bosna'yı kaybettiler. Bulgaristan bağımsız oldu. Böylece beraber dağa çıktıkları Bulgar arkadaşlarından da bir kazık yediler; lakin onlara küsmediler, 31 Mart Vakası sırasında onlarla şehre girip saray yağmalamayı da ihmal etmeyecekler ileride.

İşte, ajanlar ve hainler tarafından kurulan bu grup böylece başarılı olarak ilk emeline ulaşmış oldu. Fakat yaptıkları, ettikleri, 1908-1918 arası bellidir; bunlar ise ileriki yazıların konusu olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder