28 Ağustos 2018 Salı

Şu Meşhur Deve Sidiği Hadisi...

Birtakım cahillerin diline pelesenk ettiği bir hadis-i şerif vardır. Bu hadise göre Ukl ve Ureyne kabilelerinden bir grup Medine'ye gelmişler. Fakat bunlar çölde yaşayan bedevîler olduklarından, Medine havası kendilerine iyi gelmemiş ve hasta olmuşlar. Bu hastalığın sıtma veya hazımsızlık olduğu rivâyet edilir. Sıtmaya tutulan bu bedevîler, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın yanına gelerek tavsiye istemiş, aldıkları ''Şuradaki develerin sütünden ve idrarından faydalanın'' cevabı üzerine gitmişler. Ardından da bu tavsiyeye uymuş ve iyi olmuşlar. 

İşte bu hadis-i şerife bakarak bir sürü cahil, ''İslâmiyet'te sidik içmek vardır, Peygamberiniz faydalıdır demiştir, buyurun siz de için'' nevinden espriler yapmaktadır. Hâlbuki, işin esası böyle değildir. Bu hadis, tamamen teknik bir meseleyi anlatır.

Şöyle ki, Hanefî mezhebindeki esas kavli oluşturan Ebu Hanife ve Ebu Yusuf'un görüşüne göre, eti yenen hayvanların idrarı necistir. Yani pistir. İmam Muhammed'e göre ise tahirdir, yani temizdir. Zira Hazret-i Peygamberin yukarıdaki hadisi, ''Allah size haramda şifa yaratmadı'' hadisiyle birlikte okunduğu zaman, deve idrarında necaset olamayacağı, zira şifa olduğu anlaşılır. Zira deve bevli pis olsa, Hazret-i Peygamber onunla tedaviyi emretmezdi. Fakat bu görüş Hanefî mezhebi içerisinde pek tutulmamış, zayıf ve şaz bir görüştür. Hanefî mezhebindeki meşhur kavle göre ise, eti yenen hayvanların idrarı pis olmakla birlikte (yani içmek haramdır), bu idrarda müptelâ olunan hastalığın tedavisinin bulunduğu kesinlikle biliniyorsa ve başka bir tedavi imkânı da yoksa, ancak o zaman bunu içmek câiz olur. 

Bu sorunsalı giderebilmek için Ebu Hanife ile Ebu Yusuf'un yaptığı açıklamaya bakmak gerekir. Onlar, ''Hazret-i Peygamber hayattayken insanların ilacının ve şifasının nerede bulunduğunu vahiy yolu ile biliyordu. Bugün ise böyle bir imkân yoktur. Haram olan bir şey kendisi ile şifanın gerçekleşmesi kesin olursa kullanılabilir. Nitekim hayatı sürdürmek için hayvan leşi yemek mübahtır. Zira kişi o leşi yerse hayatta kalacağını kat'î bir ilim ile bilebilir.'' diyorlar. Bu Hanefî mezhebinin esas kavlini oluşturup, ''haram olan şeyde şifa olduğu kesinkes bilinir ve başka bir tedavi imkânı da kalmazsa, bu durumda haram şey tedavide kullanılabilir.'' fetvasına vücud verir. (İ'lâu's-Sünen, I, 296).

Demek ki, sidik filan içmek aslında harammış. Bu hadis de başka bir şeyi anlatıyormuş.

''Üretilmiş'' Eşcinsellik!

Bana bu yazıyı yazdıran haberin görseli...

Öncelikle: Eşcinsel ilişki, bir hastalık veya psikolojik bir bozukluk değildir. Tarih boyunca görülmüş bir cinsî yönelimdir. Aynı cinsiyetten birine erotik veya romantik hisler besleme hâlidir. Antik Yunanistan'dan eski Arab toplumuna değin, pek çok kültürde kadın aşağılık bir mahlûk olarak görüldüğü için, eşcinsel ilişki kutsanmış, övülmüştür. Kadim inanış ve semâvî dinlerin açıkça yasakladığı bu tür ilişkiler, bu dinlerin yayılmasının akabinde dahi varlığını sürdürmüş, ''Yazın avratlara, kışın oğlanlara...'' dizelerinde ifade edildiği üzere, bir tür ''kaçamak'' olarak telakki edilmiştir. Fakat tarihin hiçbir döneminde eşcinsellik, bir ''cinsel kimlik'' olarak görülmemiştir. Tarih boyunca eşcinsel ilişkiler yaşayan insanlar, heteroseksüel evlilikler yapmışlar, çocukları olmuş ve yaşamlarını tamamlamışlarken; şimdilerde bu insanlar her sene kısaltmasına yeni bir harf eklenen LGBTQI+ furyasına katılmaya başlamışlardır. Neden böyle oluyor? Neden yukarıdaki görselde gördüğünüz 9 yaşındaki, henüz mastürbasyon yapma çağına dahi gelmemiş bir ilkokul çocuğu, ''kendisinin eşcinsel olduğuna'' inanıyor ve kimliğini bunun üzerine kuruyor? Eşcinselliğin bir hastalık ve psikolojik bozukluk olmaması, onun kabul edilebilir olduğuna delil midir? Homoseksüalite genler tarafından ortaya çıkartılan zorunlu ve spesifik bir cinsel yönelim midir? Bu yazıda bunları son derece kısa ve hülâseten münakaşa mevzuu edeceğiz. Müslümanların bu tür konularda, ''Bunlar sapık'' filan deyip, cahilce eşcinselleri hastalıklı olmakla itham etmesi, bizlerin esas noktayı kaçırmasına yarıyor sadece. Bu yazıda birtakım bilimsel referanslardan da faydalanarak, meseleyi izah etmeye çalışacağım.

20 Nisan 2018 Cuma

Sun'î Deizm Tartışması Üzerine

Son haftalarda, ''gündeme gelmezse ölecek'' hastalığından muzdaripliği ile meşhur bazı hocaların adeta gündeme yumurtladığı bir hadise var, ''Deizm Tehlikesi''. Meğerse Türk gençliği İslâmiyet'ten kaçıyormuş, deizm ve ateizm gibi rububiyetin ve Allah'ın kudretinin belirli ölçü ve şubelerde inkârına kayan görüşlere meylediyormuş. Bunu bir anda fark etmişler. Önlem alınmazsa neticesi çok fena olacakmış.

Günaydın amcalar! Bu hadiseyi bu kadar sür'atle tespitinize tüm Türkiye hayran kaldı. Sadece Türkiye'de değil, hemen dünyanın her yerinde dinsizliğe bilhassa gençler arasında son derece hızlı bir gidiş var. Bunu Türkiye'ye has bir şey gibi gösterip, ''Siyasî iktidar başa geçince dini empoze etti ondan herkes dinden kaçıyor işte'' gibi sığ bir bakış açısını hâkim kılma çabanız ne kadar da takdire şayan! Hâlbuki, bu ülkenin başında Karl Marx da bulunsa, ülkeyi II. Osman da yönetse, olacak olan şey yine budur, çünkü zamanın ruhu dinsizlikten yana... Bugün İngiltere'de semavi bir dine inanmayanların sayısı, inananları geçti. Fransa'da gençlerin yüzde 90'ı hayatında hiç kiliseye gitmemiş. O hâlde, belirli noktalardan havaya tespit sıkmayı bırakıp, objektif bir yüzleşme yaşamak zorunda olduğumuz bir realite. Bu yazıda ben biraz bunu yapmaya çalışacağım, ''Ahir zaman ühühühüh'' diye ağlamak bizlere yakışmaz. Zira ne diyor hadis-i şerif, ''Yarın kıyametin kopacağını bilseniz, yine de elinizdeki fidanı dikiniz''. Yani bu ne demektir? Neticesini göremeyeceğiniz kesin ve kat'î dahi olsa, bir gaye uğruna cehde devam ediniz demektir. Türkiye öyle bir ülkedir ki, bu hadis-i şerife bakarak Gezi Parkı'nda yapılan kalkışmaya dahi İslâmî bir kılıf bulunmuştur. O yüzden yapacağım şey biraz beyhude olacak ama yapacağım...