21 Haziran 2017 Çarşamba

''Hürriyet Şehidi'' (!) Midhat Paşa'nın Hakikî Sicili

Türkiye'nin günümüzde yaşadığı problemlerin ve sosyal kırılmaların temeline bir bakış attığınızda, göreceğiniz ilk şey ihanet olacaktır. Bakmaya devam ettiğinizde ve hainlerin izini sürdüğünüzde de, karşınıza altın, yaldızlı ve kocaman harflerle bir İttihad ve Terakki Cemiyeti flaması çıkması pekâlâ muhtemeldir. Bunu insanlara söylediğinizde büyük ihtimalle tepki alırsınız, zira İttihad ve Terakki, bu ülkenin kuruluş ideolojisinin sacayaklarını oluşturmuş bir partidir ve aynı zamanda Mustafa Kemal'in de bir dönem mensub olduğu (fakat lider takımı, bilhassa Enver Paşa ile ters düşünce fikren bağlı kalsa da, siyasî olarak ayrıldığı) bir cemiyet olması hasebiyle, resmî ideolojinin tarih algısı içerisinde mühim bir yer işgal eder. Türkiye'nin öğrencilerine bellettiği tarih şuuru Osmanlı son dönemi hakkında hülâseten şöyle der: ''Osmanlılar gerilemeye başlamış idi. Liyakat yoktu. Herkesin canı padişahların iki dudağı arasındaydı. Bağnazlık (İslâm demek istiyorlar, lakin dilleri varmıyor) altında halk inim inim inliyor, padişahlar zevk ve sefa sürüyor, koca bir imparatorluk köhneyerek çöküyordu. Tam bu sırada II. Mahmud adındaki reformist ve Batıcı sultan, yenilikçi metodlarıyla asrî müesseseler inşa etti. Yeni bürokrat okulları kurdu. Buradan çıkan akıllı mülkî amirler, memleketi imar ettiler ve demokratikleştirdiler. Lakin Abdülaziz adındaki despot sultan tahta çıkınca, bu girişim akim kaldı, Tanzimat'a halel geldi. Allah'a şükür intihar etti de memleket kurtuldu. Büyük Hürriyet Kahramanı Midhat Paşa Sultan Hâmid'le anlaşıp onu tahta çıkardı, fakat bu habis şahsiyet Paşa'yı kandırdı ve tam 33 sene boyunca memleketi tek başına idare eden bir diktatör oldu, zulüm altında inim inim inletti. Midhat Paşa'yı sürgüne gönderip öldürttü. Nihayet bu işin böyle gitmeyeceğini anlayan vatansever, okumuş, namuslu, milliyetçi gençler; İttihad ve Terakki'yi kurdular. Enver Paşa ve Resneli Niyazi Bey önderliğindeki İTC, bu zulmü 1908'de sona erdirerek memlekete demokrasiyi armağan etti. Fakat bizim milletimiz demokrasi için hiç mücadele etmediğinden, bunun kıymetini anlayamadı. Gericiler, şeriatçılar memleketi istila etmek için 31 Mart olayını tertip etti, fakat Mustafa Kemal'in de aralarında bulunduğu kahraman Hareket Ordusu gelerek isyanı bastırdı. Korkaklardan memleketi alan İTC, büyük bir dirayet ve liyakatle imparatorluğu yönetmesine rağmen, Balkan ve I. Dünya savaşları patlak verdi, memleket hiç günahı yokken kendini bir hengâmenin içerisinde buldu. Osmanlıcılık siyaseti sona erdiğinden, milliyetçiliğe başladılar ve en azından Anadolu'yu bunların oluşturduğu Kurtuluş Hareketiyle kurtarıp, Türklere armağan edebildik. Onlar olmasa Kürtler, Araplar, Ermeniler, Yunanlılar memleketi istila edecek, Sevr'i bize dayatacaklardı. Toprakları bol olsun''

Yalanlarla dolu bu paragraf, çok uzun müddettir, bazen ''Türk Tarih Kurumu''ndan atmakla tehdit edilerek kitap yazdırılan, bazen de hakikaten bunlara inanarak maksadlı yayıncılık yapan akademisyenler marifetiyle, sayfalar dolusu tezvirat yapılarak, günümüzde dahi müdafaa edilebiliyor ve İlber Ortaylı gibi bir tarihçi, yazdığı kitabında bir cunta tarafından öldürülen padişah için ''Sultan Aziz öldürülmedi, intihar etti'' gibisinden laflar edebiliyor. Unutulmasın ki, sırf Abdülhâmid'i objektif bir biçimde anlattığı için büyük tarih pîri Yılmaz Öztuna'nın Türk Tarih Kurumu azâlığı elinden alınmış, yine bu kurum tarafından, parayla ve tehditle eskiden Sultan Aziz'in katledildiğini savunan Ordinaryüs Profesör İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya bunun aksini ispat ettiğini iddia etmesi için, ısmarlama bir kitap yazdırılmıştır. Türkiye tarihi, işte yüz yıldır böyle maskaralıklar ile yazılıyor.

Bu seride, İttihad ve Terakki'deki mühim isimleri, kuruluşunu, icraatlarını, geçmişlerini ve ihanetlerini okuyacaksınız. Yazının lüzumsuz uzamaması için, birkaç bölüm halinde yazmaya karar verdim. Bu ilk bölümde, Yeni Osmanlılar Cemiyeti ve 76 Darbesi ile başlayan süreci ve Midhat Paşa'yı anlatacağım, sonraki bölümlerde de 31 Mart Vak'ası, 1908 Darbesi, Enver-Cemal-Talat Paşa üçlüsü, Balkan ve Trablusgarb Savaşları, I. Cihan Harbi gibi meselelere değineceğim. Vahidüddin-Mustafa Kemal kavgasını ve Abdülhâmid devrini ise bunlardan ayrı, müstakil olarak yazmak niyetindeyim. Kronolojik sırayı takip etmeye çalışacağım.

1 Haziran 2017 Perşembe

Kutuplarda Oruç Nasıl Tutulur: Orucun Manası Üzerine

Orucun Manası

Malum, mübarek Ramazan ayı hânelerimize konuk oluyor şu vakitlerde. Fakat, orucun esas manasını ve mantığını kavrayan, Türkiye'de pek azdır. Hele bazıları, ancak oruç tutmanın tâlî bir hikmeti sayılabilecek ''Fakirlerin halinden anlama'' faydasını, orucun tutulma gayesi olarak sunarak, aslında İslâmiyet'e kötülük ediyorlar. Oruç tutmanın maksadı, fakirlerin halini anlamak falan değildir. Bu belki bir hikmettir. Yani, insan aç kalınca, gayrı ihtiyarî, kendisinin muvakkat olarak çektiği bu sıkıntıya sürekli dûçar olan insanları; biçareleri, evsizleri, fakirleri, yiyecek yemek, içecek su bulamayanları hatırına getirir, onlara üzülür, dertlerine bir deva bulmak gerektiğinin lüzumunu kavrar. Fakat İslâm'ın esas maksadı, bu ''sosyal fayda''yı temin etmek midir? Elbette ki hayır. Zira oruç eğer fakirlerin halini anlamak için tutuluyorsa, o zaman ezelî hikmet gereği, fakirlerin oruç tutmaması, en azından fakirlere orucun farz olmaması gerekirdi ki, bu böyle değildir. İkincisi, eğer oruç fakirlerin halinden anlamak maksadıyla yapılan bir ibadetse, niçin Ramazan ayında sofralar ayrı bir şenlikli yapılıyor, Ramazan gecelerinde ilmî, dinî toplantılar, Karagöz-Hacivat'lı güldürüler yüzyıllardır tertip ediliyor; daha gösterişsiz geçmesi lazım gelmez miydi? İşte, din cahili Müslümanlar, böyle abes laflar ederek İslâm dinini ayağa düşürüyor, sanki mantıksız bir din imiş gibi lanse ediyorlar. Hâlbuki, İslâmiyet'te orucun farz olmasının sebebi maddî iktidarsızlık yaşayanların halini tecrübe etmek değil, Allah için aç kalarak, O'na itaatinin sınırlarını zorlamaktır. Zira oruç; öteki ibadetlere benzemez; belki de namaz, zekât gibi ibadetler, orucun yanında oldukça sönük kalır. Niçin? Zira oruç, İslâm'da tanımlanan öteki ibadetlerin aksine, ''Nefs'' denilen benliğin en hoyratça talep ettiği, en temel arzulardan insanı beri kılar, sırf Allah diliyor diye. Meselâ, yemek yemek ve su içmek insanın en basit iki ihtiyacıdır. Lakin oruç, insanı bunları temin etmekten men eder. Nefs, yalnızca açlık ile susuzluk ile terbiye edilebileceğinden, Ramazan ayı, manevî bir terbiye periyodudur.