8 Şubat 2019 Cuma

Sonsuz Azâb ve İlahî Adalet

Tüm dinlerin yahud inanç sistemlerinin kendilerini meşrûlaştırma sürecinde karşılaştığı bazı felsefî güçlükler vardır. Bunların meselâ en meşhur bir tanesi, "teodise problemi"dir. Kadir-i Mutlak ve tastamam "iyi" bir ilahın, dünyayı yarattıktan sonra bunca kötülüğe, felakete, ölüme, suça müdahale etmemesi, bu dünyada kimi insanların gördüğü kötü muameleye rağmen adaletin teşkil edilememesi, doğarken eşit olarak doğan insanların içerisinden birilerinin çıkıp, ötekilere tahakküm ve zulmetmesi, tüm dinlerin açıklamak mecburiyetinde olduğu felsefî bir problematiktir. Yani Tanrı'nın bu dünyadaki adaleti, teodise problemi açısından, sorgulanmaya muhtaç hale gelir. Her din, buna çeşitli cevaplar getirmiştir: Tanrı'nın bu dünyayı bir fakr içerisinde yarattığı, kıt kaynaklarla mâlûl ve mâişet derdiyle dolu bu acı dünyada hakikî bir mutluluğa kimsenin erişemeyeceği, izâfî bir refaha ve zenginliğe ise ancak sınırlı bir kitlenin erişebilecek olduğu, bunun da imtihan sırrı olduğu söylenir. Çünkü bu dünyada şayet adalet olsa idi, öte dünyaya ihtiyaç kalmazdı. Bu dünyada refah eşit olsa idi, zulüm olmasa idi, Mahkeme-i Kübra lüzumsuz olurdu. Bu dünyada her şeyden sonsuz miktarda, herkese yetecek kadar olsa idi, Cennet gibi bir tasavvur inşa edilemez idi. Dolayısıyla dinler, kendi anlam dünyaları açısından teodise problemini vuzuha erdirmiştir, denilebilir. Bilhassa İslâmiyet; Hıristiyanlığın aslî günah anlayışına karşı çıkıp aslen günahsızlığı ve yine Kilisece kurtuluş imkânını müdafaa eden İsevîliğe karşı, ferdî kurtuluş şansını savunmasıyla bu konuda dinler arasında mütesnâ bir konuma sahiptir. Yani dinimizce, kanaatimizce bu hususta bir problem yoktur.

Lakin günümüzde insan, Allah'ın sadece bu dünyadaki değil, ahiretteki adaletini de sorgulamaktadır. "Allah beni yaratırken bana sordu mu?", "Ben bu dünyaya gelmeyi istemez iken yaratıldım, bir de cehennemde mi yanacağım?", "Allah sonsuz olarak yakacağı kullarını kendisine inanmayacağını bildiği halde ne diye yaratıyor?", "Kazâ ve kader Allah'ın elinde değil mi, O'nun ilminin dışına çıkamayacağımıza göre ne diye yaptıklarımızdan mes'ul tutuluyoruz?", "Bilim adamları bilinç diye bir şey olmadığını, özgür iradenin sadece bir yanılsama olduğunu, insan kararlarının ekserisinin bilinçaltında, atomların çarpışmasından mürekkep birtakım kimyasal reaksiyonlar neticesi alındığını ispatladı; hepimiz işlediğimiz suçlara bir bakıma mecburuz, Allah da bizi yakacak mı yani?", "Sonsuz yakmayı, sonsuz merhametli Allah'a yakıştıramıyorum?" gibisinden suâller sorularak, mesele deşiliyor. Bunlara cevap vermemek, soranları terslemek, ahmaklık olur. Bu soruları sormak, ayıp ya da günah değildir. Hazret-i İbrahim bir Peygamber olduğu hâlde Allah'a "Ya Rabb, nasıl diriltiyorsun, bana göster!" deyince Allahü teâla, elbette ki bildiği hâlde, durumun abesliğini göstermek maksadıyla "Ne o, yoksa inanmıyor musun?" diye mukabele etmişti. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselâm, "İnanıyorum lakin kalbim de yatışsın" demişti. Allah da ona bunu göstererek, kalbini yatıştırdı. Ben de bu minvalde bir yazı yazmaya karar verdim. Gayret bizden, tevfik ise Allah'tandır. Belki Allahü teâla, burada andığımız Resulleri hürmetine, sözlerimize tesir, kalemimize kudret ihsân eder de, bunu okuyanlar istifâde ederler.

23 Ocak 2019 Çarşamba

Allah'ın Hidayeti Nasib Etmesi

Bazıları, “Allah dilemedikçe, sizler dileyemezsiniz.’’ (ed-Dehr, 30), “Rabbin istediğini yaratır ve yalnız kendi ihtiyar eder. İhtiyar ve irade, onların elinde değildir.” (el Kassas, 68), “Sen sevdiğini hak yoluna sevk edemezsin. Belki Cenab-ı Hakk, istediğini o yola sevk eder.” (el Kassas, 55), “Onlara melekler indirsek, ölüleri lisana getirsek ve bütün kâinatı başlarına toplayarak onlara teminat verdirsek dahi, ilâhî irademiz taalluk etmedikçe yine iman etmezler.” (el En’am, 111), “Cenab-ı Hakk her kime hidayet etmek isterse, onun sinesini İslâmiyet için açık ve müsait kılar, delâlette bırakmak istediğinin de göğsünü o derece dar ve sıkı bir hâlde bulundurur ki, oraya hakikat nurunun girebilmesi, sahibinin göğe çıkabilmesi gibi imkânsızdır.” (el En’am, 125) ve “Ben size nasihat etsem de Cenab-ı Hakk delâlette kalmanızı irade etmişse, nasihatim size fayda vermez.” (Hud, 24) gibi ayetlere bakıp, “Kâfirin kâfir olmasını veya kalmasını madem ki Allah diliyor, o hâlde ne için azâbı onlara revâ görüyor? O dileseydi, herkes iman eder, kurtulurdu.” demektedir. Nitekim En’am Sûresinin 149. ayetinin sonunda “(Allah) eğer dileseydi, hepinize hidayet ederdi.” buyrulmuştur. O hâlde bu meselenin izahı, nasıl kabil olur?

20 Ocak 2019 Pazar

İnanmak Yahud İnanmamak Üzerine Mülâhazalar

Tabiînden (yani Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm'ı gören ashâb-ı kiramı görmekle şereflenenler zümresi) olan Vehb bin Münebbih, şöyle bir hadise naklediyor:
"Kullardan bir adam, bir başkasına uğradı. Onu boynu bükük ve kederli bir vaziyette buldu. Adamın mahzunluğunu beriki suâl edince o zât, 'Kullukta ileri merhalelere varmış bir kul vardı, lakin şimdilerde onu gördüğümde, onu dünyaya meyletmiş, Allah'tan ise uzaklaşmış buldum. Bu hâli beni üzdü' dedi. Aldığı cevap üzerine soruyu soran şahsiyet, 'Bunda taaccüb edecek ne var? Yolundan dönende şaşırılacak bir hâl yoktur. Sen Allah'ın yolu üzerine istikâmet tutturana şaşır!' dedi."
 Tarihimizin son dönem velîlerinden Abdülhâkîm Arvâsî Hazretleri de şöyle buyuruyor:
"Küfr, Ceyhun Nehri gibi akıyor. İnsanlar da bu sele kapılmış saman çöpleri gibidir. Ancak bir çalıya, ağacın kovuğuna tutunabilenler imanını kurtarabildi. İşte bu zamanda da ancak bir Allah dostuna rastlayanlar imanını kurtarabildi. Şimdi bu şekilde imanlı olan bir kimsenin soyunda Peygamber Efendimize bir rabıtâ (ilişki) vardır. Veya ashâb-ı kiram evlâdındandır. Yahud sülâlesinde bir velî vardır. Yoksa bu zamanda imanlı durmanın imkânı yoktur."
Twitter denilen kahrolası illete müptelâ olanlar bilirler, son birkaç gündür bu mecrada evvelde mütesettir olan bazı hanımların tesettürlerini çıkartıp, en nihayetinde ekseriyetle imanlarını da kaybettikleri bir süreci izhar ettiklerini görüyoruz. Bunu bir "özgürleşme, dinin prangalarından kurtuluş" olarak lanse etmeleri, beni ziyadesiyle şahsen üzmüştür. Bu insanlara kızmak, kötülemek ya da bu olay için "iyi olmuş" filan gibi laflar etmek, hiçbir işe yaramaz. Bu mesele, bir iman meselesidir. Müslümanların bu modern dönemde hemen her türlü soruna kulaklarını tıkayıp kaçmaları, daima benim nazar-ı dikkatimi celbeden bir husus olmuştur. Dolayısıyla bu başörtüsü meselesi münasebetiyle, uzun zamandan beri kağıda dökmek istediğim bir konuya dair karmaşık düşünceleri, toplu hâlde icmâl etmek fırsatı bulacağım. İnşallah bir şeyler anlatabilmeye muvaffak olabiliriz.