23 Eylül 2017 Cumartesi

Dört Halifeden Üçünü Kim Öldürdü: Halifelik Müessesesi ve İtirazlara Cevaplar

Cevap veriyorum: Hazret-i Ali'yi bir Haricî, Hazret-i Ömer'i Fars civarındakiler tarafından tutulmuş bir Mecusî, Hazret-i Osman'ı ise el-Gafıkî adında bir Yahudi öldürdü. Hiçbiri Ehl-i Sünnet, alelâde, bildiğimiz Sünnî, sahabe dostu bir Müslüman değildi. Şiîlerin ve Yahudi oryantalistlerin (Bernard Lewis, ki vasat bir tarihçidir, tüm ününü Ermeni meselesindeki pro Türk tavrına borçludur) ''Öyle bir adam yaşamadı'' dediği İbn Sebe gibi Müslüman görünümlü, Şiî ve Yahudi tiplemesinin tertip ettirdiği bir suikasti Müslümanlara yüklemek, oldukça enteresandır. Şimdi mutlu musunuz? Suâliniz yanıtı budur: ''Madem halifelik muhteşem, râşid halifelerinizi siz öldürmediniz mi?'' diyorsunuz ya hani, biz öldürmedik işte; Haricîler, Yahudiler ve Mecusîler öldürdü.

Fakat meseleyi böyle izah edince, yazı da pek kısa göründü gözüme. O zaman halifelik müessesesini biraz tetkik edelim. Artık arada böyle kısa kısa yazılar da yazmak emelindeyim.

Halifelik Nedir?

Hazreti Peygamber, Mekke’den müşriklerin ezâ ve eziyetlerine katlanamayarak göçtükten ve Medine’ye yerleştikten sonra, burada bir İslâm Devleti kurdu. Medine Misakı adıyla bilinen bir anayasayı; yerleşik halklarla; yani çeşitli site devletlerinde yaşayan Yahudi kabileleriyle, Ensar ile imza etti. bu devletin başına kendisi geçti; sınır tesbiti, nüfus sayımı gibi işlemleri yaptırdı. O’nun vefatının ardından, bu devletin başındaki pozisyona kimin geçeceği sorusu hâsıl oldu. Müslümanlar şûra ile Hazret Ebubekri’in geçmesine karar verdiler. işte, halife; bu nedenle, ‘bir kimsenin yerine geçen’ demektir. Zira Hazreti Peygamber; Allah’ın kanunlarını duyurmak ve uygulamak için Allah’ın gönderdiği bir Resul idi. O’nun bıraktığı boşluğu ise O’nun yerine geçen, İslâm hukukunu O’nun vekili olarak tatbik edecek bir şahsiyet dolduracaktı ki; bu manayı vermesi için, İslâm amme hukukunda (kamu hukuku), bu kimseye halife denmiştir. Anlaşılacağı üzere hilafet; İslâm Devletinin başkanlık pozisyonuna verilen isimdir; siyasî bir makamdır, sadece ruhânî değildir; kazâî, teşriî ve icrâî salâhiyetleri hâizdir; Katolik dünyanın Papası gibi salt ruhî lider değildir. aslında, ikisi birdendir denilerek hülâsa edilebilir.

Bu hilafet; evvelâ ‘Dört Râşid Halife’ olarak adlandırılan dönemde ortaya çıkmıştır. Bunlara Râşid Halife denir; zira bunlar Allah Resulünü görmüş arkadaşları idiler. Ardından Müslümanlar arasında fitneler çıkmış, sahabenin sayısı azalmış, dolayısıyla insanların başlarına buyruklukları artmış ve hilafet, artık saltanata dönüşmüştür. Hindli İslâm âlimlerinden Şah Veliyullah Dihlevî, bu durumu veciz bir şekilde şöyle anlatıyor:
Hazret-i Peygamber’in üç türlü vazifesi vardı: birincisi, Kur’an-ı Kerîm ahkâmını bütün insanlara tebliğ etmek, bildirmek idi. ikincisi, Kur’an-ı Kerîmin manevî ahkâmını, yani Allah’ın zâtına ve sıfatlarına ait marifetleri, yalnız ümmetinin yüksek olanlarının kalblerine yerleştirmektir. Buna ihsan (irşad, tasavvuf) denir. Üçüncüsü, Kur’an-ı Kerîm'in ahkâmını, vaaz ve nasihat ile yapmayan Müslümanlara, kuvvet kullanarak, zor ile yaptırmaktır. Buna da saltanat denir. Hazret-i Peygamber’den sonra gelen dört halîfeden her biri, bu üç vazifeyi tam olarak başardı. Hazret-i Hasan’ın halifeliği zamanında, fitneler çoğaldı. İslâmiyyet üç kıt’aya yayıldı. Resûlullah’ın nuru, yeryüzünden uzaklaştı. Sahâbe-i Kirâmın sayısı azaldı. İnsanlar artık baştakilere gönülden itaat etmemeye başladı. Böylece bu üç vazifeyi, bir kişi yapamaz oldu. Bu üç vazîfe, başka başka üç sınıfa ayrıldı. usul ve fürû’ ahkâmını tebliğ vazifesi, din imamlarına, yani müctehidlere verildi. Bu müctehidlerden iman bilgilerini bildirenlere mütekellîmin; fıkıh bilgilerini bildirenlere fukaha denildi. İkinci vazife, ehl-i beytin oniki imamına ve tasavvuf büyüklerine verildi. Üçüncü vazife, yani dinin ahkâmını kuvvet, satvet ve saltanat ile yaptırmak işi, meliklere ve sultanlara, yani hükûmetlere verildi. Böylelikle hilâfet saltanata dönüşmüş oldu. bu halifelere melik-i adûd denildi. Bunlara mecâzen halîfe denilmiştir
Yani, hilafetin saltanat hâline gelişi, bir zaruretti ve âlimler de bu zarureti görüp, bu halifeliğin sahihliğine hükmettiler, diyor. Nitekim, İslâm hukukunda halifeliğin esas tesbit usûlü, şur’a denilen seçimdir; bu seçimi de işinin ehli olan merkezdeki bürokrasi, ulema ve kumandanlar yapar, halk değil. Fakat veliahd atayarak, monarşik bir hilafet sistemi vücuda getirmek de meşrudur. Zira hilafet, halk ile halife arasındaki bir sözleşmedir (bey'at denilen şey budur); veliahda bîat verilirse hilafet sahih olur. Kur'an’da da Hazreti Davud’un yerine oğlu Hazreti Süleyman’ın hükümdar olduğu anlatılır. demek ki, bu meşrûdur. 

Osmanlı saltanatına ve onun kaldırılmasına gelince; Osmanlı padişahları I. Murad ve Fatih kendilerinden resmî evraklarda ‘halife’ ve ‘emir'ül müminîn’ diye bahsettirmişler, bu unvanları kullanmışlardır. Dolayısıyla, bu unvanın sadece Osmanlı son döneminde önem verildiği iddiası yersizdir; o devirde daha çok önem verildiği ise doğrudur, zira Osmanlı son dönemindeki politik şartlar bunu icap ettiriyordu. Yavuz’un Memlûklere son verip esaretleri/korumaları altında bulunan Abbasî halifesini İstanbul’a getirtmesi, onun da bu unvanı şahsına devri neticesinde İslâm dünyasında Osmanlı hilafeti dönemi resmen başladı. 1535’te türkistan’daki Şeybânî Hanlığı, 1727’de İran’da devam eden güç mücadelesindeki sünni kumandanlar, Gucerat Sultanlığı; Hümâyun Şah’dan itibaren hindistan’daki Gürganiyye Devleti ve Kaşgar Hanlığı Osmanlı padişahını resmen halife olarak tanımıştır. Portekizlilerin işgalindeki bölgelerde Hicaz ve Açelilerle, Rus işgalindeki Volga mıntıkasında da Türkistanlılarla birlikte müşterek askerî harekâtlar tertip edilmiştir. Dolayısıyla, halifeliğin bir ehemmiyetinin olmadığı iddiası tamamen palavradır. Hilafet, her zaman emperyalistlerin çekindiği bir silah olmuştur; bu nedenle İngiltere, Şark siyasetini, halifeliğin etkisini kırmak, halifeyi indirip kendi istediği kişilere tevdi etmek veya mümkünse bu kurumu lağvetmek üzerine kurmuştur. Bunun uğruna nice casuslar göndermiş, nice istihbarat subaylarını helâk etmiştir.  

NOT: Müslümanlar arası kavga ve Hazret-i Osman'ın şehid edilişi hakkında burada etraflıca bilgi vardır. İstifade edilebilecek kaynaklar da yazılmıştır.

5 yorum:

  1. Selamün Aleyküm.Müsade varsa Hazreti Mehdi'nin bu hilafet konusundaki durumu nedir?Yani ilk 4 halife gibi 3 özelliği de üzerinde barındıracak mı yoksa saltanat şeklinden mi sadece ibaret?Sana zahmet Hazreti Mehdi konusunda detaylı yazsan çok güzel olacak.Çok fazla boş laf kaynıyor ortalık.Gelecek diyenler gelmeyecek diyenler Adnan Oktar tarzı tipler...Hazreti Mehdi kimdir,kim değildir?Nedir,ne değildir?

    YanıtlaSil
  2. Aleykümselam üstadım,

    Elbette ki Hazret-i Muaviye ashâbdandır, kendisinden sonraki halifelerle mukayese edilemez, Ömer bin Abdülaziz'le dahi... Fakat devri Dört Râşid Halife devrine de dahil değildir, zira hadis-i şerif vardır bu mevzuda, sahih hilafeti belirten. Oradaki zaman aralığının dışındadır.

    Yazmak istediğim çok şey var, nasipse olur İnşallah.

    YanıtlaSil
  3. Çok saol kardeşim de yanlış anlamışsın Muaviye değil Mehdi'yi sormuştum :)) Gerçi Muaviye konusunda da yazmanı çok istiyorum yanlış anladığın isabet olmuş.Kendisi hakkında olaylar bir türlü içime sinmiyor.Misal Hazreti Ali için Ali'yi sevmeyen beni sevemez diye buyurmuştu Resullulah.Ama Muaviye Ali'yle savaşıyor.Yani nasıl oluyor ikisini birden sevip saymak.Vallahi tüm samimiyetimle soruyorum derdim fitne fesat değildir.

    YanıtlaSil
  4. İnsan bazen nasıl görmek isterse öyle okuyor :).

    Hazret-i Muaviye hakkında da yazarız İnşallah. Benim tavsiye ettiğim kitaplarda bunlarla alâkalı çok malumat vardır.

    YanıtlaSil
  5. Öldürenler hiç bir Sünni değil diyorsunuz. Zaten o zamanlar Sünni yani mezhepler yoktu ki! Öldürenler kanımca kurayşiler ya da bu sülalesi yakın fertleri tarafından öldürülmüşlerdir.

    YanıtlaSil