28 Ağustos 2018 Salı

''Üretilmiş'' Eşcinsellik!

Bana bu yazıyı yazdıran haberin görseli...

Öncelikle: Eşcinsel ilişki, bir hastalık veya psikolojik bir bozukluk değildir. Tarih boyunca görülmüş bir cinsî yönelimdir. Aynı cinsiyetten birine erotik veya romantik hisler besleme hâlidir. Antik Yunanistan'dan eski Arab toplumuna değin, pek çok kültürde kadın aşağılık bir mahlûk olarak görüldüğü için, eşcinsel ilişki kutsanmış, övülmüştür. Kadim inanış ve semâvî dinlerin açıkça yasakladığı bu tür ilişkiler, bu dinlerin yayılmasının akabinde dahi varlığını sürdürmüş, ''Yazın avratlara, kışın oğlanlara...'' dizelerinde ifade edildiği üzere, bir tür ''kaçamak'' olarak telakki edilmiştir. Fakat tarihin hiçbir döneminde eşcinsellik, bir ''cinsel kimlik'' olarak görülmemiştir. Tarih boyunca eşcinsel ilişkiler yaşayan insanlar, heteroseksüel evlilikler yapmışlar, çocukları olmuş ve yaşamlarını tamamlamışlarken; şimdilerde bu insanlar her sene kısaltmasına yeni bir harf eklenen LGBTQI+ furyasına katılmaya başlamışlardır. Neden böyle oluyor? Neden yukarıdaki görselde gördüğünüz 9 yaşındaki, henüz mastürbasyon yapma çağına dahi gelmemiş bir ilkokul çocuğu, ''kendisinin eşcinsel olduğuna'' inanıyor ve kimliğini bunun üzerine kuruyor? Eşcinselliğin bir hastalık ve psikolojik bozukluk olmaması, onun kabul edilebilir olduğuna delil midir? Homoseksüalite genler tarafından ortaya çıkartılan zorunlu ve spesifik bir cinsel yönelim midir? Bu yazıda bunları son derece kısa ve hülâseten münakaşa mevzuu edeceğiz. Müslümanların bu tür konularda, ''Bunlar sapık'' filan deyip, cahilce eşcinselleri hastalıklı olmakla itham etmesi, bizlerin esas noktayı kaçırmasına yarıyor sadece. Bu yazıda birtakım bilimsel referanslardan da faydalanarak, meseleyi izah etmeye çalışacağım.

Yukarıda söylediğimiz gibi, eşcinsellik bir hastalık değil. Hiptonik, hormonal veya ilaç tedavileriyle eşcinsel birisini heteroseksüel yapmak imkânsızdır. Burada ilk olarak sorulması gereken soru şudur: Eşcinsellik neden ortaya çıkar?

Bu hususta yapılan hemen tüm araştırmalar, eşcinselliğin birtakım genler ve onlarla irtibatlı genetik miras ile sosyalleşmenin karmaşık bir kombinasyonuyla ortaya çıktığında müttefiktir. Bunlardan en önemlilerinden bir tanesi olan Bailey ve Pillard (1991-93) deneyi bize yol gösterebilir. İki araştırmacı her iki kardeşin de çocukluğunu beraber aynı ailede geçirdiği, en az bir tanesi de eşcinsel olan toplamda 310 çift kardeşi incelemişlerdir. Bu çocukların bir kısmı tek, bir kısmı çift yumurta ikizidir; diğer bir küme ise evlat edinilmiş kardeşlerdir. Eğer eşcinsellik genetikle irtibatlıysa şöyle bir netice olması gerekir: tek yumurta ikizlerinin kardeşi eşcinsel olduğuna göre, aynı genleri paylaştığından kendisi de eşcinsel olmalıdır. Çift yumurta ikizleri ve onu takiben gelen evlatlık kardeşlerde de bu oran aşağıya doğru oynamalıdır. 

Deney sonuçları böyle olmasa da benzerdir: tek yumurta ikizlerinin yarısı, çift yumurta ikizlerinin beşte biri, üvey kardeşlerin ise onda biri homoseksüeldir. Yani, tek yumurta ikizlerinin eşcinsel olma olasılığı, genetik olarak alâkasız kardeşlere oranla beş kat daha fazladır. Lakin görüldüğü üzere, tek yumurta ikizlerinin yarısı, aynı geni paylaşmalarına rağmen eşcinsel değiller. Üstelik, her toplumda ikizlerin benzer şekilde toplumsallaştığı, onlara aynı kişiymiş gibi muamele edildiği, aynı kıyafetlerin giydirildiği ve benzer isimlerin verildiği bir realitedir. Dolayısıyla, homoseksüel yönelimlerin genetik tarafından güdülendiği kesin olmakla birlikte, eşcinselliğin ''genetik olarak zorunlu olduğu, asla bir tercihin veya yaşam tarzının işin içine karışmadığı'' iddiası da basbayağı bir yalandır.

Aynı şekilde, ''Behavioral Genetics and Homosexuality'' isimli bir makale yayınlamış olan Nebraska Üniversitesinden Douglas A. Abbott, sonuç bölümünde şu satırları yazmaktadır:
''Bu müellife göre ilmî sonuçlar açık ve anlaşılırdır: Homoseksüel davranışlar direkt olarak genetik süreçlerden kaynaklanmaz. Her ne kadar bazı insanlar güçlü bir şekilde eşcinselliğin genetik olarak belirlendiğine inanmak isteseler de bilim bu inancı ispatlamaktan aciz kalıyor. Homoseksüalitenin genetik açıklamaları konusunda araştırma yapmaya devam ederek bilimi zorlayanlar; psikososyal davranışların karmaşık yapısını tanımakta başarısız olacaklardır. DNA, kader değildir.'' 
Ayrıca cinsel kimliğin tespitinde kullanılan Kinsey Skalası'na göre de dünyada pure heterosexual veya pure homosexual insan dünya nüfusunun sadece yüzde 20'sinden ibarettir. Yani aslında çoğunluğumuzun, birtakım eşcinsel dürtüleri, temâyülleri var. Bu bizim eşcinsel olduğumuz manasına gelmiyor, yalnızca bu tür ilişkilere belirli şartlar altında, geçici olarak meyledebileceğimizi gösteriyor. Örneğin, pek çok erkek, hapishane koğuşlarında hemcinslerine alâka duyarak cinsel ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Bunlar homoseksüel midir, o meşhur LGBT'nin hangi harfi bu arkadaşları niteleyebiliyor? Pek çok Freudyen araştırma, erkeklerin arasındaki samimi dostlukların, bu tür duyguların neticesi olduğunu iddia ediyor. Fakat homoseksüel değiliz. Demek ki bu propaganda yapıldıkça, eşcinsel olduğunu düşünerek kendi kimliğini inşa edenlerin sayısı hızla artacak. Bir noktadan sonra da ipin ucu kopacak.

Üstelik, eşcinsellik tamamen genetik bir sebebe ircâ edilen, deterministik bir sonuç olsaydı da illa savunulması gerekli olmazdı. Zira pek çok araştırmaya göre, pedofili de genetik sebeplere bağlıdır. Homoseksüel insanlar, ''ne yapalım, bu genetik, benim aşık olmaya hakkım yok mu?'' derken şunu bilmelidirler ki, pedofililer de onların hemcinslerine hissettikleri erotik hislerin aynını küçük çocuklara hisseden biçarelerdir. Tercihen canavar olmuş ruh hastaları veya sapıklar değildirler. En azından bir kısmı. Dolayısıyla, eşcinselliğin genetik olması da onu savunmak için kâfi bir sebep değildir.

Tüm bu ilmî verilere rağmen, tüm dünyada Hollywood ve üniversiteler tarafından bir eşcinsellik propagandası yapılıyor. Adeta eşcinsellik popülerleştiriliyor, bu tür ilişkiler özendiriliyor. Gay evlilikleri tanınıyor, hatta bunların evlatlık edinmelerine müsaade ediliyor. Yani, bir ''eşcinsel kimliği'' yaratılıyor, inşa ediliyor. Ünlü muharrir Foucault, homoseksüelliğin dünyada ''sodomi'' olarak her zaman var olduğunu anlatırken, artık eşcinselliğin bir kimlik olarak, ''farklı bir tür'' biçiminde inşa edildiğini ve kanıksandığını, geçmişte böyle bir kimliğin bulunmadığını anlatıyor:


Tüm açıklamaların ışığında, bazı neticelere varabiliriz:

1) Eşcinsellik bazen doğuştandır, bazen ise edinilmiştir. Örneğin eski dönemlerdeki çoğu toplumda, ki bunlara Yunanlılar, Araplar, Türkler filan da dahildir, homoseksüel ilişkiler cinsel kimliğin ötesinde bir kaçamak gibi telakki edilmiştir, yani aslında heteroseksüel olan bireyler, kültürel hâkim atmosfere göre bir takım eşcinsel ilişkilere girmişlerdir. Yoksa bir toplumun yüzde 60'ının filan eşcinsel olması imkânsızdır, yine de tarihte böyle toplumlar var. Demek ki, her hemcinsine alâka duyan genetik, zorunlu eşcinsel değildir, bu edinilmiş bir şey de olabilir. İnsan bundan uzak durabilir, illa tercih etmek zorunda değildir. Dolayısıyla, illa da bunu müdafaa edilmesi gereken zarurî bir kimlik olarak görmek doğru değildir. Zaten insanların cinsel kimlikleri pure hetero, pure homo olmuyor umumiyetle. Kimi zaman misal heteroseksüel bir kadın, bir başka heteroseksüel kadından hoşlanabiliyor. Bu gibi durumlar vâkidir. 

2) Dinler ve ahlâk sistemleri, bilhassa İslâm; eşcinselliği değil, eşcinsel ilişkiyi, yani livatayı ve kadın kadına seviciliği yasaklar. Dolayısıyla, ''edinilmiş'' bir kimliğe sahip olanların kendilerini bundan alıkoyması beklenir. Genetik olarak buna meyilli olanların ise sabretmesi. Herkesin imtihanı farklı. Heteroseksüellerin ekseriyeti de bu dönemde zina etmiyorlar. Kimi evlenme imkânı dahi bulamıyor hiçbir zaman. Cinsel perhiz, sağlıklı bir insanın aklını başından almaz. 

3) Bir ahlâk sistemine inananların, inandıkları dinin hükümlerine, ''fakat bu genetiktir, bizim tercihimiz değil'' diye itiraz etmeleri doğru değildir. Zira bazı şeylerin genetik olması, onları mazur göstermez. meselâ, teşbihte hata olmaz, hırsızlığa yatkın olmak da genetiktir. Diktatörlüğe meyyâl olmak da genetiktir. Sevgi dolu olmak, nefrete yatkın olmak, duygusal olmak, hatta pedofili olmak vesaire, her şey genetiktir. Fakat insan, kendi eylemleri ve iradesiyle, huylarını değiştirerek karakterini şekillendirme kudretini hâizdir. Bir hadis-i şerif, ''Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanınız'' diyor. Bu ne demektir; dinin mukaddes hükümleriyle hayatınıza şekil vererek, kötü huylarınızın ve yönelimlerinizin aksini gerçekleştirin demektir.

Hülâsa: eşcinsellik genetik olarak kaçınılmaz bir şey olmadığından, eşcinselliğin propagandasının yapılması, eşcinsel ilişkilerin özendirilmesi, mazur görülmesi, doğru bulunması, yahud evlenmelerine müsaade edilmesi ya da bu çiftlere gidip bir de kendileri gibi gay olarak yetiştirecekleri bir evlatlık verilmesi, kesinlikle doğru değildir. Yoksa, 9 yaşında gayler ile karşılaşmaya devam ederiz. En fazla yapılabilecek şey, bu insanların Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ''Civil Union''lar kurmasına olanak tanıyarak, medenî birliğin taraflarını oluşturan ''zorunlu'' eşcinsel bireylerin, miras gibi hükümlerden aynı eşler gibi faydalanmasını sağlayacak kanunları çıkartmak olabilir. Zira eşcinsel olan, neticede eşcinseldir. Ve en nihayetinde de, mutlu olmak da herkesin hakkıdır.

Allahualem ve bissavab!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder