20 Nisan 2018 Cuma

Sun'î Deizm Tartışması Üzerine

Son haftalarda, ''gündeme gelmezse ölecek'' hastalığından muzdaripliği ile meşhur bazı hocaların adeta gündeme yumurtladığı bir hadise var, ''Deizm Tehlikesi''. Meğerse Türk gençliği İslâmiyet'ten kaçıyormuş, deizm ve ateizm gibi rububiyetin ve Allah'ın kudretinin belirli ölçü ve şubelerde inkârına kayan görüşlere meylediyormuş. Bunu bir anda fark etmişler. Önlem alınmazsa neticesi çok fena olacakmış.

Günaydın amcalar! Bu hadiseyi bu kadar sür'atle tespitinize tüm Türkiye hayran kaldı. Sadece Türkiye'de değil, hemen dünyanın her yerinde dinsizliğe bilhassa gençler arasında son derece hızlı bir gidiş var. Bunu Türkiye'ye has bir şey gibi gösterip, ''Siyasî iktidar başa geçince dini empoze etti ondan herkes dinden kaçıyor işte'' gibi sığ bir bakış açısını hâkim kılma çabanız ne kadar da takdire şayan! Hâlbuki, bu ülkenin başında Karl Marx da bulunsa, ülkeyi II. Osman da yönetse, olacak olan şey yine budur, çünkü zamanın ruhu dinsizlikten yana... Bugün İngiltere'de semavi bir dine inanmayanların sayısı, inananları geçti. Fransa'da gençlerin yüzde 90'ı hayatında hiç kiliseye gitmemiş. O hâlde, belirli noktalardan havaya tespit sıkmayı bırakıp, objektif bir yüzleşme yaşamak zorunda olduğumuz bir realite. Bu yazıda ben biraz bunu yapmaya çalışacağım, ''Ahir zaman ühühühüh'' diye ağlamak bizlere yakışmaz. Zira ne diyor hadis-i şerif, ''Yarın kıyametin kopacağını bilseniz, yine de elinizdeki fidanı dikiniz''. Yani bu ne demektir? Neticesini göremeyeceğiniz kesin ve kat'î dahi olsa, bir gaye uğruna cehde devam ediniz demektir. Türkiye öyle bir ülkedir ki, bu hadis-i şerife bakarak Gezi Parkı'nda yapılan kalkışmaya dahi İslâmî bir kılıf bulunmuştur. O yüzden yapacağım şey biraz beyhude olacak ama yapacağım...

19. yüzyılda İslâmiyet aleyhine Fransa'da Renan gibi müsteşriklerin ölçülüğünde bir neşriyat kampanyası başlatılmıştı. Temel konular; poligami (çok eşlilik), çeşitli İslâm Ceza Hukuku hükümleri, kadının cemiyet içerisindeki konumu, kader mevzusu, İslâm memleketlerinin geriliği vesaire gibi tanıdık şeylerden ibaretti. O dönemdeki Osmanlı uleması, yine kudretli sayılırdı. Zahid Kevserî, Mustafa Sabri gibi âlimler bir yandan Selefîlerle ve reformistlerle mücadele ederken, bir taraftan da müsteşriklerin bu iddialarına karşı kitaplar yazdılar. Her gece içmesiyle meşhur Namık Kemal bile bu iddialar karşısında tribe girip, Renan'a karşı bir müdafaanâme yazmıştır. Bugün, o dönemde yazılmış risaleler vesaire elimizdedir. O risalelere bakıp da ''ya bu dinde çok eşliliğin olması ne kadar saçma'' diyen tek bir insan evladı dahi çıkmaz. Hepsi mantıkî delillere oturtulmuştur. Bu risalelerden yaptığım bir alıntıda bu blogumda mevcut zaten. 

Fakat o dönemden sonra bu kudrette âlim kalmadı. Bugün poligami konusunda konuşanlar, meselelere aklî izahâtlar getiremeyip, ''işte efendim zamanın şartları'' filan deyip geçiyorlar. Çünkü bilmiyorlar. İnsanlar bir şeyleri akılla tartmak, mantığa oturtmak istiyor. Mantıksızlığın da bir mantığı vardır, o dahi mantığa oturtulabilir. Fakat devrin uleması kafayı FETÖ'yle mücadeleye filan taktığı için bunlara vakit ayıramıyor. ''Allah'tan beni yaratmasını ben istemedim, beni nereden yarattı?'' gibi masum bir soruya, ''Dilerse yaratır, dilerse yaratmaz; insan bu konularda Rabbini sorgulayamaz'' gibi kestirip atma nev'inden bir yanıt veren müessesenin, böyle bir meselede şikâyet etme hakkı olabilir mi? Evet, elbette ki insan Rabbini sorgulayamaz. Ama bu demek değildir ki nedenini, saikini merak etmez. Bunlar üzerine yazılmış tasavvuf kitaplarının yekünü dağları taşları aşar. Ama ona bakıp yanıtlamak bile insanlara zor geliyor. Bu devrin âlimleri ancak ''Yorganı üzerinize çekerken çok sıkı tutmayın, tahrik olabilirsiniz'' gibi meselelere kafa yormayı bilir. Ne konuşma usûlünü, ne başka bir şeyi biliyorlar.

Ardından şöyle bir mesele var: kapitalizm. Marksist bir tahlil yapacak olursak eğer, dünyadaki her şeyin iki veçhesi vardır: altyapı ve üstyapı. Altyapı dediğimiz şey, üretim şeklinden ibarettir. Ekonomik strüktür ve örgütlenme, siyasî yapıyı, toplumsal sistemi ve en nihayetinde ''inanılan fikri'' belirler. Bu bir realitedir. Dünyada feodal sistem varken siyasî yapılar gevşek iken, merkantilist yapı geldiğinde güçlü ve merkezî krallıklar kurulmuştur. Çünkü ekonomik altyapı değişmiştir. Tarih bunu vesikalarıyla ispat ediyor. Peki, tüm semavi dinler ne zaman gelmiştir? Feodal dönemde. Ekonomik modelleri de buna dairdir. Pek bir devlet tahayyülü bulunmayan, tacirliğe vesaire kıymet veren (tabi aslında sonradan bazı dinî fikirlerle tacirliğe verilen önem düşmüştür, çünkü ticaret açgözlülük günahıyla ilişkilendirilmiştir), tarımsal üretimden ötürü 'kölelik' kurumunun bulunduğu dinlerdir. Dünyanın kapitalizme, sanayi üretimine geçişi köleliği gereksiz kılınca (çünkü köleler sanayiyi çalıştıracak teknik bilgiyi hâiz değildirler) kölelik kurumu tarihe karışmıştır, zira emperyalist devletler köleleri satın almak yerine kiralamanın, yani işçi çalıştırmanın daha ucuza geldiğini keşfetmişlerdir. Adam Smith bunu açıkça yazar. Soralım şimdi, kapitalizmin dini inancı nedir? Var mıdır ya da? Bir dini inancı dışlayan ve iktisadî sistemin işlemesi için sadece ve sadece ''Rasyonel Bireyler ve kimsenin karışmadığı piyasa''yı gerekli gören bu sistemin dünyayı ele geçirdiği günümüzde, insanların ''inandıkları gibi yaşayamaması'' neticesinde, ''yaşadığı gibi inanması''ndan daha doğal ne olabilir? Kapitalizm, doğal olarak tüketimi arttırmak ve ekonomiyi büyütmek için insanın nefsânî arzularını tahrik edip, ölümü unutturmak derdindedir. Para, seks, uyuşturucu, alkol, kumar keyfi vesaire, tüm dünyamız neredeyse bundan ibaret günümüzde. Kapitalist sistem, bunun reklamını yaparken, bunun karşısında yer alan blokların da gücünü kırarak, bunlara erişimi daha kolay hale getirmek istiyor ki, sistem kendisini devam ettirebilirsin. Meselâ, bundan bir asır öncesine kadar, kadınlar plajlarda bile tüm vücutları kapalı bir şekilde otururlardı. Bugün, neredeyse kapalı yerleri yok. Yalnızca 100 yılda, 200.000 yıllık insanlık tarihinden daha büyük bir terakki yaşamışız! Kim diyebilir ki, bu değişim doğaldır. Yüzlerce yıldır değişmemiş ve aynı kalmış bir dünya, neredeyse 100 yılda tamamen, asla geriye döndürülemeyecek bir şekilde değişti. Bu doğal değil, mekanik ve yapay bir değişimdir. Yapan da kapitalizmdir. Çünkü kadınların ve erkeklerin sokakta redingot ve şapka ile kapalı uzunca kıyafetler giyerek dolaştığı bir dünyada, seksin reklamını yapmak pek bir işe yaramaz. Önce kadınları ve erkekleri açacaksın, yani sekse ulaşımı kolaylaştıracaksın. Ondan sonra cinselliğin reklamını yapacaksın. İşte son yüzyılda dünyanın yaşadığı o büyük dönüşümün hikâyesi bundan ibarettir. Nefsânî arzuları sokakta dahi kamçılayıp reklam ederek insanı büyük bir yoksunluk krizine sokmak, bundan ötürü de onu tüketime teşvik etmek. Bu olduğunda, yani insan aslen kendisine yasak bir şeyi tükettiğinde, yani dinin yasakladığı bir şeyi yaptığında, yaşadığı gibi inanmaya başlayacaktır. Dinin dünyadan el çektirilmesinin hikâyesi budur: insanları kadim yaşam tarzından kopararak kapitalist sistemin bir ögesi haline getirmek. Yaşadığı gibi inananlar da bir müddet sonra hiç inanmamaya da başlar, çünkü vücut zehre girmiştir.

İslâmiyet, realist ve fıtrî bir dindir. Ilıklığa mahal bırakmaz. İnsanların yaşamına müdahale eder. Neden böyle diye sorulur, bugün insan denen mahlûk otururken, yerken veya içerken, aklına o an neyin geleceğini kendi mi tespit etmektedir? Akılda bir an oluşan bir fikir, Allah'ın o an verdiği bir ilhamla gelmiyorsa, nereden gelmektedir? İnsandan mı? Bilinçli bir şekilde akla gelmeyen bir şey, yani bilincin karışmadığı bir şey, nasıl insandan olabilir? İnsanoğlu beyninde, kendisinin en hassas ve en nazik yerinde vücuda gelen bir tasavvura, tahayyüle dahi karışamıyorken, bundan acizken, düşüncelerini kontrol ederken, Allah'ı haşa sorgulayıp da ''Sen benden neden bunları yapmamamı istiyorsun?'' diye sormaktadır. Evet, insan işte bu kadar aciz ve cür'etkâr bir yaratıktır. 

Evet, İslâm'da kadınla erkek ateşle baruttur. ''Biz sadece arkadaşız'' lafı boştur. Fıtren böyledir. Realizm, bunu gerektirir. Fıtrat bunu söyler. İslâmiyet bunu yasakladığı zaman, ılıklık yapmaz. Fıtrata göre konuşur. İşte bu sebeple İslâmiyet sevilmez. Hakikati söylediği için. İnsanın nefsânî arzularına ket vurduğu için. İnsan duygusal bir varlıktır. Meselâ Hitler, tüm büyük konuşmalarını geceleri yapardı. Çünkü geceleri insanlar yorgun ve bitkin olurlar. Yorulmuş insanları bir şeylere ikna etmek, onları şartlandırmak daha kolaydır. Kapitalizm, insanları yoruyor. Onları ömürleri boyunca çalıştırıyor. Arda kalan vaktinde de ''Hey, biraz keyif etmek istemez misin? Şu fıstığa baksana, neden senin olmasın? Küçük bir kaçamak, kim bilecek?'' diyor. Bugünkü psikologlara göre insanların yaşadığı en büyük psikolojik buhran ''hayatı kaçırma sendromu'' adı verilen bir şeydir. Bu sendrom aslında şöyle bir şey: Yaz okulunda vizene çalışırken İnstagram'a girersin, bir bakarsın arkadaşın İbiza'da İspanyol sevgilisiyle beraber tatilde. Hmm dersin, tribe girersin. İşte bu tribe psikoloji camiası bu ismi veriyor. Hemen sen de aynısını yapmalısın yoksa üzüntünden gebereceksin. İşte kapitalizm, tam olarak budur. Yeni enstrümanlarla sürekli tüketimi, herhangi bir değer yargısı taşımadan, tamamen amoral olarak (yani günah, caiz gibi ayrımlar yapmadan) teşvik etmek, kapitalizmin alâmet-i farikasıdır.

İşte, Türk gençliğini de Avrupa gençliğini de bir zamanlar imparatorunun Güneş Tanrıçasının oğlu olduğuna inanmış Şintoist Japon gençliğini de dinden uzaklaştıran budur: Kapitalizm ile kendi dinlerinin önerdiği, feodal sistemde biçimlenmiş, kadim ve aslî yaşam tarzı arasındaki derin çelişki. Bu sisteme girmeyenlerin dahi nasıl bir baskı altında kaldıkları muhakkak. Misal, cinsellik tabiî bir ihtiyaçtır. İslâm, çabuk evlenin der. Evlenmek ucuzdur. Partner bulmak da kolaydır. Çok eşlilik de vardır. Çünkü her ilişki bir müddet sonra sıkar, kimse buna itiraz edemez. Kadını boşayıp yenisini alamazsın bu devirde, çünkü yeniden evlilik filan masraflıdır, pahalıya gelir. Nafaka ödersin. Hayatını mahvedersin. Eskiden boşamadan alabiliyordun. Şimdi ne oluyor, metres tutuluyor, aldatma oluyor. İnsanın ihtiyaçlarını, hakikati görmezden gelen her türlü sistem, işte bu tür arızalar doğurur. Şimdi bir Müslüman için evlenmek zor. Zira pahalı. İşin olacak, gücün olacak. Düğünü bile ne kadar para. Partner bulmak zor, herkes çok seçici doğal olarak, çünkü tek atımlık kurşun bu günümüzde. Neredeyse 25-30 sene okuyorsun, evlenmediğini düşündüğünde, ergenliğe giriş 13-14 etse, düz hesap 15 olsun, 10-15 sene boyunca cinselliğin tahrik edilebildiği bir dünyada bu âleme girmemek, hakikaten irade ister. İşte kapitalizm tam olarak budur: helal yolu kapatıp, haram yolu sonuna kadar açar. Kapitalizm evliliğe karşıdır, zira evlilik insanı bireysellikten alıkoyar. Evli çiftler daha tasarruflu olur. Tek kalan adam, bekâr adam veya kadın parasını keyif kederince harcar. Zira hesap vereceği kimse yoktur. Bunların tüketim ortalamalarının istatistikî verilerine bakarsanız, bu hakikati görürsünüz.

Yani, yok felsefe, yok fennî ilerlemeler, yok evrim, yok bilim, yapay zekâ geliyor ölümsüz olacağız, yok AKP-FETÖ kavgası filan, bunlar bizim küçük dünyamızdaki şeylerdir. Gençliğin hiçbir ferdi ''Hmm şöyle bi felsefe var ve ben dinden çıkıyorum'' demez. Diyen de azınlıktır. Hele hele adını bile doğru yazamayan Türk gençliği Spinoza okuyup mu Deist olacak? Hayır, bunlar yalnızca tâlî sebeplerdir. Yani işin bahanesidir. İnsan duygularıyla karar alır, aklıyla rasyonalleştirir. İnsan aklı kadar abartılan bir şey yoktur. İnsanın aklı, hislerle alınan kararları meşrulaştırmaktan ibaret bir vazifeli memur hüviyetindedir. Eğer sebepler bunlar olsaydı, tedavisi de mümkün olurdu. Çünkü Harputîzâde'den beri, 150 yıllık Türkçe felsefe geçmişimiz var, yanıtları verir, şüpheleri dindirirdik. Fakat sorun, bizzat İslâm ile çatışan bir ekonomik sistemden geliyor. Yani ya İslâm değişecek, ya ekonomik sistem. Hangisinin değiştirileceği malum ama diyelim ki hiçbiri değişmedi. O zaman olacak olan, bizde de Avrupa'dakinden farksızdır.

Yine de biz emrolunduğumuz gibi, elimizdeki fidanı dikmeye çalışacağız... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder