1 Ekim 2017 Pazar

31 Mart Vak'ası

31 Mart Vak'ası, tarihimizin sıkça tartışılan olaylarından bir tanesidir. Üzerinden bir asrı aşkın bir vakit geçmesine rağmen, halen daha bu olayda tam olarak ne olup bittiği aşikâr değildir. Lakin, meselenin esasına da henüz değinen fazla olmamıştır; zira Türkiye'de bu olayı ''bastırılan bir gerici isyan teşebbüsü'' olarak göstermek resmî ideolojinin işine daha çok gelmiştir. Yoksa hakikî veçhesiyle, ''parayla tutulmuş eşhasın, İTC adına padişahı indirmek üzre düzenlediği bir tertip'' olduğu bilinseydi, bir zamanların ''Hürriyet Kahramanları''nın adı kötüye çıkardı. Neyse ki bugün bu hakikatler az buçuk yazılıyor, çiziliyor ve biliniyor. Bu satırlarda da bunlar icmâl edilecek; yani derlenip toplanacak ve tekrar edilecek.

Evvelki yazılarımızda anlattığımız üzre, 1876'da Sultan Aziz'e karşı düzenlenen masonik ve global sermaye destekli darbe teşebbüsü, V. Murad'ın sinir krizleri geçirmesi sebebiyle maksadına ulaşamamış, tahta Sultan Hâmid gibi muhafazakâr ve dindar bir şahsiyet geçirilmek durumunda kalınmıştı. Sultan, amcasının intikamını almış; darbecileri müebbet sürgüne mahkûm etmiş, elebaşlarından olan Midhat Paşa'yı ise Taif'te öldürtmüştü. Bunları sebepleri ile önceki girdilerimizde izah etmiş idik. 

Ardından 1908 Darbesiyle İttihâd ve Terakki denilen çapsız sürü memleketin başına bin tane bela örecekleri II. Meşrutiyet devrini başlatmış, fakat sultandan intikam alamamışlardı. Sultan tahtında oturmaya devam etmekteydi; her ne kadar artık yetkilerini kullanması İTC güdümündeki meclisin tadil ettiği yeni anayasayla pek mümkün olmasa da, şahsiyeti dahi İttihâdcı güruhu ürkütmeye kâfiydi. İttihâdcılar kara kara sultandan nasıl kurtulacaklarının hesabını yaparken, kafalarında bir şimşek çaktı: Parayla ve yabancı ajanlar vasıtasıyla memleketteki muhafazakâr halkı tahrik edecekler, böylece sultan lehine bir isyan patlatacaklar, ardından da bu ''kontrollü isyan''ı sonlandıracak, en nihayetinde padişahı mes'ul tutarak tahttan indireceklerdi. Belki idam dahi ederlerdi. Bu intikam planı riyasetçe uygun bulundu ve tatbikine başlandı.

Tertibat Başlıyor

Rumî takvimin 31 Martı, Milâdi takvimin ise 13 Nisanının gecesinde, İttihâdcıların kendi merkezlerinin bulunduğu Selanik'ten ''Meşrutiyet Muhafızı'' (Nigehbân-ı Hürriyet) namıyla getirttikleri Avcı Taburlarında bazı sıkıntılı haller baş gösterdi. Başlarındaki subayı kışlaya kapatan astsubaylar ve erat, gece yarısına doğru Sultanahmed Meydanına akın etti; ''namaz kılmak yasaklandı, diyanete hürmet gösterilmez oldu, din iman elden gitti'' diye ortalığı velveleye vermeye başladı. Gün ağarırken çeşitli mevkilerden gelen başka askerler de bunlara katıldı ve gökyüzüne ateş edilmeye başlandı: ''Padişahım çok yaşa! Şeriat isterük!''

Askerler, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa'nın ve Meclis Reisi Ahmed Rıza'nın (Ki, kendisi mürted olduğundan kanına girmek isteyen pek çoktu) istifasını, vazife başından alınan alaylı subayların muvazzaflığa iadesini, İttihâdcıların sürgününü talep ediyorlardı. Meclis kuşatılmıştı. Askerler, bölgedeki nazır ve mebusları, ''Bizim fena bir fikrimiz yoktur, Meclis-i Mebusân'a gidiniz ve gereğini yapınız'' diyerek Meclise sevk etmişler, onlara dokunmamışlardır. Bu sırada zaten hükûmet ve Meclis Reisi istifa etmişlerdir. Fakat ne olduysa, ondan sonra gerçekleşmiştir: Lazkiye Mebusu Emir Arslan Bey ve Adliye Vekili Nazım Paşa kalabalık içerisinde açılan bir ateşle vurularak öldürülmüştür. Lazkiye Mebusu Emir Arslan aslen Dürzî olmakla birlikte, İngiliz taraftarı bir şahsiyettir. Muhtelif rivayetlere göre şahsî husumet sebebiyle, İTC kalemşoru Hüseyin Cahid sanılarak veya yanında Bettelheim adındaki bir BIS mensubu varken Alman ajanları tarafından öldürüldüğü iddia edilmektedir. Adliye Nazırı Nazım Paşa'nın da, meclis yeminlerinde ''Vallahi'' diyerek yemin etmemesiyle ünlü, ateist Ahmed Rıza sanılarak öldürüldüğü iddia edilmektedir. Hâlbuki, bu iki şahıs birbirine o zamanların umumî bir keyfiyeti olan sakalları dışında benzememektedir. Biri uzun ve kumral, ötekisi kısa ve esmerdir. İşin esası şudur: Sultan Hâmid, istifaları kendisine sunulmuş olan Sadrazamın, hükûmetin, meclis başkanının istifalarını kabul etmiştir; Harbiye Nezaretinin başına da başka bir asker geçirilecektir. Padişah, bu mevkiler için Nazım Paşa'yı ve Bahriye Nazırı Topçu Rıza Paşa'yı düşünmekte ve görev vermek üzere saraya çağırmaktadır. Paşaların bindiği arabanın sürücüsü sağırdır ve beceriksizdir. Sirkeci'den Beşiktaş'a kayıkla geçecekleri yerde, arabacının hayvanlara hâkim olamaması sebebiyle Galata Köprüsü'ne kadar gelinmiş, burada askerlerce bu eşhas ''Meclis-i Mebusan'a gidin, taleplerimizi anlatın'' diyerek Ayasofya Meydanına götürülmüştür. Bu sırada Rıza Paşa asilerle girdiği bir münakaşada sinirlenerek silahına davranmış, bunun akabinde askerler bu iki Paşayı vurmuşlardır. Nazım Paşa ne yazık ki ölmüş, Rıza Paşa kalçasından yaralanmıştır. Bir başka iddia da önceki günlerde İttihâdcı bir katil tarafından öldürülen Serbestî yazarı Hasan Fehmi Bey'in katillerine ödetilemeyen bedelin, devrin Adliye Nazırına ödetilmesi maksadıyla Paşaların vurulmuş olmasıdır ki, zayıf bir faraziyeden ibarettir. 

Bu vak'a oldukça kötü karşılanmış, padişah çok üzülmüş; Hariciye Nazırı Tevfik Paşa'yı Sadrazam, 1897 Yunan Harbi kahramanı Edhem Paşa'yı da Harbiye Nazırı yapmak zaruretinde kalmıştır. Ardından Tevfik Paşa'ya ''Ne olursa olsun isyanın bastırılmasını, Meşrutiyetten dönülmeyeceğini'' ifade etmiş, çeşitli tamimler neşredilmiştir. Fakat basiretsiz bir adam Tevfik Paşa oldukça pasif bir şekilde vak'ayı izlediğinden, sonradan kabahat Padişahın başına patlamıştır. Öte yandan Edhem Paşa'nın Harbiye Nazırı yapılması çok müspet bir hal olarak askere tesir etmiş, ortalık durulur gibi olmuştu. Zira çeşitli vesikalara ve tanıklara göre Edhem Paşa'nın ortalıkta bir saniye görünmesi, eratın ''Babamız!'' diye kendilerini Paşa'nın ayakları dibine atmaları için kâfi idi. Bu sırada Padişah, kendisinin hassâ tümenleri hüviyetinde olan, Yıldız'da üslenmiş I. ve II. Tümenlerini kullanmayı düşündü. II. Tümen kumandanını çağırıp isyanı bastırmanın lüzumu üzerine konuştu. Komutan, İstanbul'da meskûn olan Birinci Ordu'ya bağlı olduğundan, bu orduların komutanı Mahmud Muhtar Paşa'dan böyle bir emir almadığını, fakat başkomutanın Padişah olduğunu, emir verirse uyacağını söyleyince, sultan tereddüt etti. Komutanıyla konuşmasını, sonra emirlere riayet etmesini söyledi. O dönemde azılı bir İttihâdcı olan Mahmud Muhtar Paşa ise böyle bir emir vermedi, zira İngiliz Elçiliği aracılığı ile Selanik'e kaçmak üzere fırsat kollamaktaydı. 

Esasen birkaç saatte bastırılabilecek, kimseden bir destek bulmayan bu hareket, Sadrazam Hilmi ve Tevfik Paşaların basiretsizliği ve İttihâdcıların işe karışması yüzünden sönme temayülü gösterirken tam 11 gün payitahtın altını üstüne getirmiştir.

Hoca Kılığına Girmiş İttihâdcılar

31 Mart Vak'asında vazife almış bir subay olan Mustafa Turan, emekliliği sonrası yazdığı bir kitapta pek çok şeyi itiraf etmiştir. Onun anlattığına göre, olay günü Avcı Taburlarının arasına bir grup subay kılıklı insan karışmış ve ellerinde sahte bir fermanla, ''yakında askere gâvur gibi siperli şapka giydirileceğini'' söylemiştir. Bu kişilerin isimleri de bellidir: Bahaeddin Şakir, Midhat Şükrü ve Ömer Naci gibi İTC mensupları, hâtiplik yaparak askeri galeyana getirmişlerdir. Hatta Ömer Naci bir istihkâm arabasının üzerine çıkarak kışlada söyle bir konuşma yapmıştır:
''Sizler Müslüman değil misiniz? Bizleri anamız, babamız, din yolunda askerlik yapmak için buraya göndermedi mi? Şapka giymek ne demek? Din-i mübin-i İslâm'ın evlatlarını düpedüz gâvur yapacaklar, ne duruyorsunuz? Bütün ecdadımız bu uğurda canlarını, kanlarını verdiler. Müslümanlık elden gidiyor!''
Ve ardından:
''Gâvur olmak için mi hürriyeti yaptınız? Sizin vazifeniz hem hürriyeti hem de dinimizi muhafaza etmek değil mi? Ne duruyorsunuz, hep beraber Meclis-i Mebusan'a gidelim de derdimizi anlatalım!''
Bunu iddia ve itiraf eden tek kişi Mustafa Turan değildir. Mehmed Salahaddin, Süleyman Tevfik, Yusuf Kemal Tengirşek gibi isimler, hatta Rıza Tevfik Bölükbaşı dahi bunu itiraf etmişlerdir. Bunların itiraflarına göre alkolikliği ve zındıklığı ile meşhur Talat Paşa ve Doktor Nazım dahi hoca kılığında sarık ve cübbeyle insanları tahrik etmişlerdir. Ardından bu şapka fermanının yalan olduğu padişah beyanıyla anlaşılmış, fakat iş işten geçmiştir.

Bu sırada şunu da nakletmekte fayda vardır ki, 1908 senesinde İttihâdcılar ile Ermeni Taşnak cemiyeti arasında bir protokol imzalanmıştı. Bunu Cemal Paşa hatıralarında övünerek anlatır. Taşnakların evvelinde de 1908 Darbesi öncesi Balkan komitacıları ile sulh yapılmıştı. Bu olaylar Adana'da duyulduğu vakit, payitahttaki karışıklığı fırsat bilen Ermeni devrimcileri ayaklanmış, halk da şiddetle karşılık vermiş, 2000'e yakın Türke karşılık 15 binden fazla Ermeni katledilmişti. Buraya giden Cemal Paşa Ermenilere verdiği sözü tutarak bölgede binlerce insanı astırmıştır. Yani olayın beynelmilel bir komplo olduğu aşikâr gibidir. Zaten sonradan payitahta getirilecek Hareket Ordusu adındaki çapulcu sürüsünden müteşekkil güruhta da Ermenisi, Yahudisi, Bulgarı eksik olmayacaktır.

Böyle böyle tahrik edilmeye devam edilen isyan bir noktadan sonra Derviş Vahdetî, Mevlanzâde Rıfat gibi Ahrar Fırkası üyeleri İngilizci ''İslâmcılar'' tarafından kontrol edilir hale geldi. Niyetleri bu isyanı tahrik edip, hem padişahtan hem de İttihâdcıların Almancı kanadından kurtulmaktı; zira bu isyan BIS tarafından destekleniyordu, zira isyanı çıkartan İttihâdcılar padişahtan kurtulmak isterken aslında ikiye bölünmüştü: İngilizci kanat ve Almancı kanat. İngilizcilerin bilhassa Ahrar'cılara kontrolü kaybetmesi, isyanın dinî tınısının medrese öğrencilerinin ayaklandırılmasıyla artması, ortalığı karıştırdı.

Elebaşlarından Mevlanzâde Rıfat, halkın ve medrese öğrencilerinin bir kısım askerce tehdit edilerek meydanlara toplandığını yazarken, Yunus Nadi hocaların silah zoruyla toplandığını iddia etmektedir. Süleyman Tevfik de şu satırları yazmakta beis görmemiştir:
''Çoğunun kendi rızaları dışında getirildiğini tahmin etmiştim. Müderris Halis Efendi ile karşılaşınca bu düşüncemin doğru olduğunu anladım. Din adamları üzerinde büyük tesiri olan bu hocayı zorla evinden alıp getirmişlerdi. Kim bu emri vermişti, bunu ise bilen yoktu... Askerlerin arasında olan ve hallerinden hiç de din adamına benzemeyen iki kişi garip bir Türkçe ile, 'Bunlar mektepli, buraya kadar gelmişler, ne duruyorsunuz!' deyince, bir kaynaşma oldu. Yusuf Kemal Bey'e döndüm: 'Çok tehlikeli haller oluyor, Allah sonumuzu hayretsin' dedim. 'Evet hocam, çok haklısın; bunu Türk askeri yapmaz. Bu iş üzerinde çok çalışılmış, uğraşılmış' dedi. Dikkatle izliyordum; askerlerin arasında bazı sarıklıların dolaştığı, kulaklarına bir şeyler fısıldandığı açıkça görülüyordu.''
İş bu noktadayken, İngilizciliği ile meşhur Prens Sabahaddin, Ali Kabulî adındaki bir Bahriye subayından donanmadaki korvetlerin namlusunun saraya çevrilmesini istemiş, bu talebi de kabul edilmiştir. Maksadı, donanmanın gücünü arkasına aldığını göstermek ve böylece askerin mukavemetini kırarak iktidarı uhdesine almaktır, bu sebeple donanmaya başvurmuştur; zira Osmanlı Bahriyesi Sultan Aziz'i de tahttan indirmiş idi. Ali Kabulî Bey, Bahriye Torpido Filosundan Asar-ı Tevfik zırhlısının kumandanı olmakla birlikte, bu vazife başındayken mezkûr şayia işitilmiş, bu adam Yıldız Sarayı önüne getirilerek süngülenmiştir. Padişah buna razı olmadığı, ''Yapmayınız evladım, bana bağışlayınız'' dediği halde askerler onu dinlememiştir. Ali Kabuli Bey hakkında devrin Harbiye talebelerinden Ahmed Bedevî Kuran onu överek şöyle anlatıyor:
Söz ayağa düşmüş ve idare mekanizması tamamen bozulmuştu. Bu böyle olmakla beraber memleketin selâmeti namına nefsini tehlikeye koymaktan çekinmeyen ve tek başına muazzam bir projeyi kuvveden fiile çıkarmaya cesaret gösteren vatanperverler de zuhur etmiştir. Prens, askerlerin Sultan Abdülhamit hakkında alâka izhar ettiklerini öğrenince hemen istimbota binerek Heybeliadada oturan Avnullah kurveti süvarisi Enver Beyin ziyaretine gitmiştir. Prens Enver Beyle görüşürken Sultan Abdülhamidin hal’ini ileri sürmüştür. Enver Bey böyle mühim bir işi yalnız başına başaramayacağmı - haklı olarak - itiraf ettiğinden diğer harp gemileri süvariler ile görüşmek üzere Sabahattin Beyle birlikte Ada önündeki torpidolardan birine binerek Be­şiktaş sahillerinde demirlemiş bulunan Hamidiye kruvazörüne gelmişlerdir. Hamidiye süvarisi Vasıf Beyle - sonra paşa olmuştur - görüşülmüş ve neticede Vasıf Bey: 'İsyan harekâtı meşrutiyet aleyhine bir cereyan alırsa diğer arkadaşlarla görüşüp mutabık kaldıktan sonra müştereken Yıldız sarayını topa tutar ve yakarız' cevabını vermiştir. Bu içtimaya Asarı Tevfik süvarisi Ali Kabulî Bey de iştirak etmiştir. (...)Yıldız sarayını topa tutma­ya hazırlanan Âsarı Tevfik süvarisi Ali Kabulî Bey de maiyetindeki askerlerin isyanıyla karşılaşmış ve bu suretle evvelce ittihaz edilen karar yerine getirilememiştir; Âsarı Tevfik gemisinde isyan eden bahriye askerleri Ali Kabuli Beyi Yıldız sarayına kadar götürmüşler ve Sultan Abdülhamidin gözü önünde bu mert zabiti parçalamışlardır. Bu kahraman süvari 31 mart hailesinin en acınacak kurbanlarından biridir.
Bu sırada Selanik'te de bir fırtına koptu. Sadrazamın istifasını müteakip, isyanın ikinci günü yeni hükûmette hiç İTC mensubu olmadığını bahane eden İstanbul'daki birlikler kumandanı Mahmud Muhtar Paşa (Katırcıoğlu) İngiliz Sefaretince İstanbul'dan Selanik'te birlikler toplamakta olan Mahmud Şevket Paşa'nın yanına kaçırıldı. Zaten İTC mensubu subaylar, olaylar planlı olduğu için, daha hadiseler patlak vermeden evvel Selanik'e gitmişlerdi. Burada Bulgar, Ermeni, Yahudi ve Yunan milliyetçilerinden müteşekkil bir ordu kuruldu. Mustafa Kemal de bu orduda vazifeliydi, ismini Hareket Ordusu olarak belirledi. Ondan başka Kazım Karabekir gibi simalar da oradaydı. 700 kişiden müteşekkil bir Musevî taburunun yanısıra, Dahilî Makedonya İhtilâlci Teşkilatı'nın eşkıyaları da bu orduya katılmıştı. Meselâ Yane Sandanski denilen Bulgar Çeteci, birçok Müslüman Türkün kanına girmiş bir isyancı olup, tâ İstanbul'a kadar gelerek Müslüman katletmek, Yıldız Sarayı yağmalamak gibi payelere varacağını herhâlde tahmin dahi edemezdi.
Yane Sandanski
Ordu harekete geçmişken ve payitahta yürürken, Yeşilköy'de alternatif bir meclis toplandı. Bu meclis dört kişilik bir heyet seçerek, Yıldız'a göndermeye ve padişahı planlandığı üzere hal' etmeye karar verdi. Bu sırada Kazım Karabekir, Mahmud Şevket Paşa gibi şahsiyetler İstanbul'a ''Padişahı kurtarmaya geliyoruz'' diye telgraflar çekmekte idiler. Lakin niyetlerinin bu olmadığı besbelliydi. Hayatlarında bir kere olsun doğruyu söylememiş, zira bunu emellerine ulaşmaya mâni görmüş bu habis herifler, yine aynı cürmü işlediler. Gâvur çeteci katiller ile kol kola İstanbul'a ilerleyen, hükûmete tehditkâr, sultana ve halka ise itaatkâr telgraflar çeken bu orduya karşı, İstanbul'daki I. Orduda bir hareket başladı. Zira başlarına atanan, sonra da kaçan İttihâdcı Mahmud Paşadan nefret ediyorlardı. Hemen tüm zabitleri tekâüde sevk edilmiş, III. Ordudan getirtilen genç, İttihâdcı subaylar onlara caka satmaktaydı. Bunların hareketlerinden tiksinen, padişaha son derece bağlı olan bu ordu, imparatorluğun en iyi techiz ve tâlim edilmiş vurucu gücünü teşkil ediyordu. Birinci Ordunun başına geçirilen Nazım Paşa padişahın karşısına çıkarak İstanbul'u müdafaa edebileceğini, başkomutan sıfatıyla emri vermesi halinde Hareket Ordusunu dağıtacağını söyledi. Sultan, kardeşi kardeşe kırdırmamak için bunu reddetti. Hatta ona ve tüm I. Ordu subaylarına ve erata Hareket Ordusuna silah çekmeyeceğine dair yemin ettirdi. Buna rağmen Hareket Ordusu İstanbul'a girdiğinde Taşkışla ve Selimiye'de ufak tefek direnişler yaşandı. En nihayetinde Yıldız Sarayı kuşatıldı ve beyaz bayrak çekildi. Ayrıca Mustafa Kemal'in de içinde bulunduğu bir ekip tarafından çetelerle birlikte yağmalandı. Padişahın şahsî hazinesine el koyuldu, ayrıca tahttan indirildi ve Selanik'teki bir Yahudi ailesinin köşküne hapsedildi. Mahmud Şevket Paşa kahraman oldu, Hareket Ordusu'ndan ölenler adına bir Abide-i Hürriyet anıtı dikilirken, karşı taraftan ölenler bir çukura dolduruldu. Sarayın papağanları dahi çalınıp satıldı ve Türk halkı bugüne dek bu ''irtica vak'ası''yla korkutulur oldu.

1 yorum:

  1. Geç farkettim, yazılarınız enfes. Elinizden geldiğince yenilerseniz istifade ederim. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil